DÜNYANIN EN ESKİ İNANÇ MERKEZİ
Şanlıurfa, on iki bin yıl öncesine dayanan kadim bir şehirdir. Ayrıca ,çeşitli doğal afetlere rağmen, yerleşim yerini hiç değiştirmeyen dünyanın sayılı şehirlerinden biridir. Onun için derler ki; Urfa ‘nın altında bir Urfa daha var.
Balıklı Göl ,yer altı kaynak suyu. Yani aslında göl değil ,bir akar sudur. Hem de dünyada eşi ve benzeri bulunmayan, geniş bir alanda, yüzlerce noktadan fışkıran bir doğal, içilebilir su ve balıkların hayat bulduğu bir akvaryumdur… Dünya tarihini değiştiren Göbeklitepe tapınağının bulunmasından sonra, Urfa’nın Paleolitik ve Neolotik dönemlerde de insanlığın avcı toplayıcı topluluktan ilk yerleşik hayata geçtiği ,inanç düşüncesinin oluştuğu, plastik sanatların geliştiği, dünyada ilk mimarinin geliştiği, tarımın ve ziraatın dünyada ilk defa yapıldığı, buğdayın ,mercimeğin,dünyada ilk defa ekildiği bu kutsal mekanlarda, Balıklı Göl çevresinde bulunan ,dünyanın en eski heykeli de (BalıklıGöl heykeli) bize gösteriyor ki; Urfa dünyanın en eski inanç merkezi ve ilkler şehridir.
Kutsaldır, çünkü Hazreti İbrahim ile ilgili yüzlerce efsane ve rivayetlerin yanı sıra, on bin yıllaröncesine ,hatta Hazreti Adem’e dayanan efsaneleri ,hikayeleri vardır.
Urfa kalesi üç katlıdır. En alt katın ne kadar eski döneme ait olduğunu bilemeyeceğim ama ikinci katın milattan epeyi önce bir döneme belki de Hazreti İbrahim dönemine ait olduğu söylenebilir.Hurri, Mittani, Sümer ,Hitit, Osrohen Krallığı gibi medeniyetlerin ardından,daha sonra Roma dönemi ve İslami dönemlerde kullanılmış, hendekler ve surlar onarılmış , Emevi, Abbasi, Eyyubi, Akkoyunlu, Selçuklu, Karakoyunlu ve Osmanlı’dan günümüze gelinmiştir.
Göbeklitepe‘nin keşfinin tarihçesini anlatırken. Rahmetli Halet Çambel den söz etmeden geçemeyeceğim. O İsmet İnönü dönemlerinde, Doğu ve Güney Doğu daki yer altı araştırmaları için gerekli izinin, yasaların çıkması için çok mücadele vermiştir. Hayatını arkeolojik araştırmalara adamıştır diyebilirim. Aynı zamanda Karatepe nin kahramanı idi. Mekanı cennet olsun. O olmasaydı belki de bu gün Göbeklitepe keşfedilmemiş olacaktı. Çünkü 1963 lerde yüzey araştırmaları yapılıyor. 1990 larda Klaus Şimid müzede gördüğü bir heykelcik üzerine köye geliyor ve arazinin sahibi Şavak Yıldız dan izin istiyor. Daha sonra kazılar Almanya nın desteği ve Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ile KlausŞimidin başkanlığında başlıyor.
Bu bölge ile ilgili ilk efsaneler, masal türünde.Yazının icadından önce günümüze kadar gelen yüzlerce sözlü edebiyat türleri vardır.Bir örnek vermek gerekirse:
Ninemin anlattığı bir masalda;
Hazreti Adem ile Havva’nın, cennetten atıldıktan sonra bu bölgeye geldikleri, Hazreti Adem’in cennetten getirdiği beyaz gül ve nar fidanını ektiğini.( bu nedenle nar ve beyaz gül için cennetten gelmiş derler) bir süre sonra acıktıklarında, Havva anamızın cennetten getirdiği buğday tanesini ektiklerini, çoğaldıkça geniş tarlalara ekmeye başladıklarını anlatırdı.
Zamanla ekinler çoğalınca, Adem babamız biçmede zorlanınca, gökten bir sarı öküz inmiş. H.z. Adem’in dizine sürtünmeye başlamış. Yani bu ekini ben biçeceğim, beni çifte koş, demek istermiş. Bunun üzerine, Adem Babamız Öküzün iki gözünden öperek ,onu çifte koşmuş.
Şimdi bile Anadolu’nun bazı köylerinde, öküzü çifte koşmadan, gözlerinden öperler. Bu geleneğin masalla örtüştüğü, masalın da Göbeklitepe’nin Arkeoloğu KlausŞimit’ in tezleri ile örtüştüğü gerçeği karşısında, masallar bile bazen bize bilimsel araştırmalar için ışık tutuyor diyebiliriz.
KlausŞimit’e göre Göbeklitepe ,kutsal kitaplarda belirtildiği gibi, dört nehir arasında ve Suriyenin kuzeyinde bulunuyordu. Bu dört nehir Fırat, Dicle, Culap ve Daysan nehirleri idi. Culap ve Daysan ırmağı, zamanla dereye dönüştü. Bunlar Karacadağ’ın eteklerini ve o zamanların bereketli Harran ovasını suluyorlardı. İngilizce “Garden Eden” dedikleri Cennet Bahçesi burasıydı.
Geçmişte, Göbeklitepe ‘nin kuzeyinden geçen Culap ırmağının kaynağı Edene(Gölpınar) deki kaynak suyun oluşturduğu göl ile,Kalecik’in yakınındaki Diphisardaki Yeraltı kaynak suları idi. Zamanla bu su kaynakları, köylülerce açılan kuyular nedeni ile azalmıştır. Bu ırmak,Göbeklitepe’nin kuzeyinden geçtiği için, o tarihlerde, suyun bir şekilde Göbeklitepe’ye getirildiği inancındayım. Çünkü orada bulunan , bazı insan eliyle yapılan çukurlara su doldurularak gök yüzü ile ilgili incelemelerin yapıldığı gibi bir tez ileri sürülüyor bir İtalyan profesör tarafından.
Ayrıca kadın tanrıçalarla ilgili de bir araştırma yapan bu İtalyan profesör ile, ortak bir kitap çalışmamız var. Doğumhane dediğimiz bölümde bulunan doğum yapan kadın resminin taş üzerine çizilmesi de o dönemde kadına verilen önemi ve Atargatis denen Tanrıçanın tapınağının da bu bölgede olması ihtimalini güçlendiriyor.
Neolitikle ilgili hazırlanan bu kitapta,bazı ilginç varsayımlara da yer verilmektedir.
Bu Profesörle Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünü ziyaret ettiğimizde, İl müdürü bize ,JaponlarınGöbeklitepe’ de akşam güneşinin batışını çektiklerini ve oradaki renklerin, Japon bayrağındaki renklerle aynı olduğunu ,bunu arşivlediklerini söyleyince, Profesör, açık havalarda Karacadağ’ın hatta Nemrut dağının görülebildiği Göbeklitepede, sabah güneşinin doğuşunun da muhteşem olabileceğini söyledi. Bunun üzerine, Sayın Aydın Aslan danertesi sabah, güneşin doğuşunu Göbeklitepe de çekebilmek için izin istedik. İzin verildi ve biz Göbeklitepe’ de o muhteşem sabah güneşinin doğuşunu resmeyledik. Kültür Müdürlüğünün arşivine teslim ettik.
O devirde bile benim Urfalım zoru başarmış . Sadece alet olarak çakmak taşını kullanarak, insanı andıran devasa heykeller yapmış. Üzerine hayvan kabartmaları yaparak, çizgi film gibi belki de bir şeyler anlatmaya çalışmış ve onlara tanrı diye tapmış. Yani insanın ne kadar kutsal olduğunu, belki de Allah’ın yarattığı en kıymetli varlık olduğunu anlamış ve ona tapınmıştır.
İnsana benzetilmeye çalışılan bu devasa heykellerin boyu beş altı metreye ,ağırlıkları on tonun üzerinde olmak üzere, onlarca heykel, daire şeklindeki tapınaklara yerleştirilmiş. Asırlarca kült merkezi olarak, bölgedeki kabileler tarafından kullanılmıştır.Benzer tapınakların da bu geniş çevrede bulunduğunu biliyoruz. Bunlar; Karahan Tepe, Sefer Tepe, NevaliÇori, Güsir Tepe gibi yerlerde de kazı yapıldığında, bir çok sırlar da aydınlanacaktır.
İnanç gücü ile, çakmak taşı ile bile , neler yapılabileceğini görüyoruz orada. Şimdi tabi bir çok soru geliyor aklımıza. Göbeklitepe’nin çözülmesi gereken bir çok sırları var. Çevresinde, kilometrelerce uzakta benzer tapınaklar var mı? Uzaklardan, insanlar buraya kutsal ibadetlerini yapmak için, nasıl ve hangi zaman diliminde geliyorlardı? Çünkü yakınında yerleşim alanına rastlanmadı bu güne kadar.
Gelelim Balıklı Göl ve çevresine;
Dünyanın en eski heykeli, Balıklı Göl Heykeli, yakın bir tarihte, Urfa kalesinin karşısındaki bir alanda bulundu Uzunluğu normal bir insan boyundaki bu heykel, Urfa taşından yapılmış ve opsidiyen iki tane gözü var. Onun da bulunuş hikayesi var;
Balıklı Göl’ün yanı başında, bir yapının temeli atılırken (bazılarına göre Edessa Oteli’ nin temeli atılırken) Gece geç saatlerde bu heykel iş makinasının kepçesine takılıyor ve üç parçaya ayrılıyor. Bunun üzerine ,müze Müdürü ne haber veriyorlar. Gecenin o saatinde gelen Müdür. Her zaman olduğu gibi takın elbise kravat, o çamurun içinden üç parça heykeli topluyor ve arabaya koyuyor. Daha sonra, yarım saat kadar çamurun içinde bir o taraf, bir bu taraf debelenip duruyor. İnsanlar merakla seyrediyorlar. Neyse , heykel müzeye götürülüyor. Aradan bir hafta geçiyor. Bizim arkadaşlardan birisi müze Müdürünü ziyarete gidiyor. Onun heykeli aldıktan sonra bir süre daha çamurun içinde dolandığını ,üstünün başının çamur içinde kaldığını, insanların “ sarhoş mudur acaba “ dediklerini sorunca; O heykeli bulduktan sonra , gözlerinin yerinde olmadığını gördüğünü, bunun üzerine çamurun içerisinden arayarak iki tane opsidiyen göz yuvarlağını bulduğunu, cebine koyduğunu ve müzeye gelince gözleri yerlerine yerleştirdiğini anlatıyor.
Görüldüğü gibi, bu heykelin bize anlattığı; Balıklı Göl ve çevresinin de on iki bin yıl öncesine ait bir yerleşim alanı olduğudur. HalepliBahçe civarındaki mağaraların da bazılarının Neolitik döneme ait olduğu söylenebilir. Gerçi Halepli Bahçe Mozaiklerinin tarihi, iki bin yıl öncesine dayanır. Roma dönemindeDaysan ırmağının yatağı değiştirildiğinde, elde edilen arsalarda o dönemin zenginleri villalar, saraylar yapmış. Yerden ısıtmalı hamamlar yapmış ve bahçesini mozaiklerle süslemiş. Hem de dünyada eşi bulunmayan, dört Amazon kraliçesinin bir arada av sahnesini, Fırat nehrinin kenarından binlerce kölelerin toplayıp getirdikleri, çoğu mercimek büyüklüğündeki doğal renklerdeki çakıllarla ebedileştirmişler. Sanat değerinin çakıllarının küçüklüğü ile ölçüldüğünü düşünürsek, nohut büyüklüğündeki çakıllarla yapılan mozaiklere göre ,bu mozaik daha üstün bir sanat değerine sahiptir.
Millattan önce üç binli yıllara gelindiğinde, Peygamberler dönemi. Hazreti Davut Hazreti Musa, Hazreti İbrahim, Hazreti Lut, Hazreti Şuayb Urfa yine İnanç Merkezi…. Efsaneler, rivayetler, hikayeler,masallar..
Ve Hazreti İbrahim’in zalim kral Nemrut tarafından ateşe atılışı;
Hazreti İbrahim in dünyaya geldiği günlerde ,Urfa da Nemrut adında bir zalim kral vardı. Çevresindeki kahinler ona “Bu günlerde dünyaya gelecek çocuklardan birisi büyüdüğünde, senin tahtını ve tacını elinden alacak” demişler. Bunun üzerine Nemrut, bütün hamile kadınların ve doğacak çocukların öldürülmesini emretmiş. Hazreti İbrahim’in annesi Nuna Hatun, Hazreti İbrahim i gizlice bir mağarada doğurmuş. İçilebilir şifalı bir su kaynağının da bulunduğu bu mağarada, bir rivayete göre zaman, zaman bir ceylan gelmiş onu emzirmiş. Bazen annesi gelmiş emzirmiş. Bazen de baş parmağını emerek, Peygamber olduğu için. Altı ay gibi kısa bir zamanda ,on iki yaşlarında bir delikanlı olmuş. Babası Azer ise, Nemrut’un taptığı heykelleri yapan bir heykel ustası imiş. Yanında İbrahim’i görenler sormuşlar bu kim diye, o “Bu benim yıllar önceki eşimden kalan oğlum. Uzakta idi, yeni geldi” demiş.
Politeist dönemden Monoteist döneme ,yani tek tanrılı döneme geçiş diyebileceğimiz Allah inancını, Hazreti İbrahim , kendini hem kral, hem tanrı diye tanıtan Nemrut ‘a karşı anlatmaya çalışınca; Nemrut insanları toplayıp, içlerinden birini çağırıp, bir kese altın vermiş. İşte ben istediğimi zengin ederim, demiş. Sonra yine birini çağırıp, öldürün bunu , demiş. İşte ben istediğimi öldürüyorum. O halde tanrı da kral da benim, demiş. Yaptığı bir düzenekle, kartalları kullanarak, kısa bir süre için, gökyüzüne yükselişi ve inişini de marifet olarak göstermiş.
Günlerden bir gün. Nemrut ve çevresindekiler bir düğüne gitmişler. Bunun üzerine ,Hazreti İbrahim, eline baltayı almış ve bütün o Nemrut tarafından kutsal sayılan putları parçalamış , baltayı da en büyük putun omuzuna asmış. Düğünden dönen topluluk bu manzarayı görünce, bunu kim yapmış, olsa olsa İbrahim yapmıştır demişler. Bunun üzerine Nemrut H.Z. İbrahim i çağırmış. Sen mi kırdın bunları diye sorunca, Hayır ben yapmadım, balta kimin omuzunda ise o yaptı, demiş.
Nemrut- Hiç bu taş heykel bunu yapabilir mi? ,deyince;
İbrahim- O böyle bir şeyi yapamayacak güçte ise, neden ona tapıyorsunuz? Demiş.
Bunun üzerine Nemrut, onu ateşe atmaya karar vermiş.
Dört bir yana haber salınmış. Hiç bir evde ateş yakılmayacak. Duman tütmeyecek. Bütün odunlar kalenin önüne getirilecek. Büyük bir ateş yakılacak ve İbrahim, mancınık denilen bir düzenekle, kaleden ateşe atılacak diye emir verilmiş.
Ertesi gün sabah erkenden Hazreti İbrahim, kaleden ateşe atılmış. O ateşe düştüğünde, Kur’an da belirtildiği gibi(Embiyasuresi ; Ey ateş ,İbrahim’in üzerinde serin ve selamet ol! Berden veselamen) Ateş, suya, odunlar da balığa dönüşmüş ve Hazreti İbrahim de bir gül bahçesine düşer gibi, güller arasına düşmüş.
Hayatının geriye kalan kısmını, eşi Sara ile birlikte,( ki Hacer ile evliliği de bu döneme rastlar. Onunla ilgili de rivayetler var.) Harran, Halep ,Şam, Mekke, Medine, Lübnan ve Filistin’in El Halil kentinde geçirmiş. Oğlu İsmail ile Kabe’nin inşası, hikayeler ve rivayetlerle dolu bir yaşam sonucu, El Halil Kentinde vefat etmiştir. Türbesi bu Kenttedir.
Hazreti İbrahim sofrası ve bereketi üzerine şöyle bir rivayet vardır;
O, akşam yemeklerini misafirsiz yemezdi. Bu nedenle sofrası bereketli adi. Çünkü misafir kısmeti ile gelirdi. .
Bir akşam, eşi Sara sofrayı hazırladı ama misafir yoktu. H.z. İbrahim Urfanın daracık sokaklarında misafir aramaya başladı. Sonunda bir yabancıyı buldu ve onu akşam yemeğini birlikte yemek üzere evine davet etti. O da kabul etti. Birlikte eve geldiler. Sofraya oturdular. H.z. İbrahim ,yemeğe başlamadan önce, bu nimetleri bize veren yaratana dua edelim ,sonra yeme ğe başlayalım deyince, yabancı; Ben meccusiyim, dua etmem” dedi , O “ o halde bu sofrada yemek yiyemeyiz” dedi. Bunun üzerine, yabancı sofrayı terk etti ve çıkıp gitti.
Rivayete göre gökten bir nida geldi;
“Ben otuz beş yıl ,üç öğün, o yarattığım kulumu doyurdum. Sen bir öğün doyuramadın mı?”
Bunun üzerine
İbrahim hızla o daracık sokaklara daldı ve köşe bucak, o yabancıyı aradı ve buldu. Tekrar evine davet etti. Birlikte akşam yemeğini yediler.
Belki de bu yüzden, Urfa ve civarında, insanlar misafir perverdir. Misafir için yarışırlar. Geçmişte, insanlar Hac’a otobüslerle giderken , Urfa ya da bazen uğrarlardı. O zamanları hatırlıyorum. Babamız bizi belediyeye gönderirdi, gidin misafir getirin diye.Belediyenin önünde sıraya girerdik. Bazen, sıra bize geldiğinde, misafir biterdi. Eve döndüğümüzde, babamız bize kızardı. Neden erken gitmediniz ,diye..
Hazreti İbrahim’in tenceresi, Hazreti Musa’nın ,kayın pederi Hazreti Şuayb tarafından, Harran Şuayb şehrinde, Peygamber olduğunda hediye edilen o sihirli asa, şimdi İstanbul Topkapı sarayı, Kutsal Emanetler bölümünde bulunmaktadır.
H.z. İsa ‘nın Urfa’yı kutsamak için, Abgar Kralına gönderdiği ve üzerinde siluetinin bulunduğu “kutsal Mendil” de söylendiğine göre, İtalya’nın Torino kentinde bulunmaktadır.
Bu gün artık, Avrupa’nın en büyük Arkeoloji Müzesi Şanlıurfa’da bulunuyor. Acaba bu kıymetli kutsallar, ait olduğu yere getirilebilir mi? Çünkü bunlar, ait oldukları yere yakışır diye düşünüyorum..
HÜSEYİN YEKTAŞ
Bir önceki yazımız olan Urfa’ya Göç Dalgası Ve Ekonomik Sonuçlarına Kısa Bir İzlenim başlıklı makalemizde Ekonomi, Göç ve şanlıurfa hakkında bilgiler verilmektedir.
Arkadasım Hüseyin’in Urfa ,göbekli Tepe ve ndiger yerleri efsaneleri ile brlikte anlatması bizler oldukca heyecanlandırmıstır. Kısa bir süre içinde oraları görmek istiyorum. Arkadaşımin eline diline sağlık